Doğduğumuz gün giydirilen tulum renklerimizle başlıyor ayrışmamız. Kızsak pembe, erkeksek mavi giyiyoruz. Biraz büyüyüp oyunlar oynamaya başladığımızda gözlemlerimiz hayal gücümüzü güdükleştiriyor. Babamız işe gidiyor, annemiz yemek yapıyor. Biz de kurduğumuz oyunlarda babaysak işe gidiyor, anneysek ev işlerine yönelik oyunlar kuruyor ,kocamıza yemekler hazırlıyor ve oyuncak bebeğimizin karnını doyurup altını temizliyoruz.
Bize seçme şansı bırakmayan ailemiz ve akrabalarımız tarafından erkeksek elimize bir oyuncak silah, bir oyuncak araba tutuşturuluyor. Kız çocuğu oyuncak arabayı istese karşılaşacağı tepki ortada.. ‘Kızlar arabayla oynamaz ,sen bebeğinle oyna!’
Evcilik oynarken aldığımız bu rollerimizi çok çabuk benimsiyoruz. Erkek, oyunlardaki bu otoritesinden memnun bir şekilde kadın üstündeki hâkimiyetini sürdürmeye devam ediyor. Çocukluğunda oyuncak arabayla oynayan hiç kız arkadaşı olmayan erkek, trafikte araç kullanan kadınları görünce yadırgıyor, onların buna hakkı olmadığını düşünüyor ve tepki görmedikçe her fırsatta kadın sürücülere sırf kadın oldukları için haksız ithamlarda bulunuyor.
Sosyal yaşamdaki bu eril tahakküm, ne yazık ki hukukta da kendini gösteriyor. Kadın erkek hep birlikte uymakla yükümlü olduğumuz yasalar ne yazık ki erkek egemen bir meclis tarafından yürürlüğe konuluyor ve yine erkekler tarafından uygulanıyor. Hal böyle olunca zaten kadın-erkek eşitliği hiçbir şekilde sağlanamamış toplumumuzda, kadın ezilen taraf olmaya devam ediyor.
Pozitif ayrımcılık kavramını son zamanlarda hepimiz çok sık duyuyoruz. Nedir bu pozitif ayrımcılık? Neden kadınlara pozitif ayrımcılık uygulanması gerektiğinden söz ediliyor? Pozitif ayrımcılık, toplumda dezavantajlı konumdaki bireylerin bir takım yasalarla ve tanınan haklarla diğer bireylerle eşit kılınmaya çalışılmasıdır. Kadınlara bunu uygulamaya kalkan öncelikle kadının aşağı, dezavantajlı konumda bulunduğunu kabul edenlerdir. Bu sebeple bu hareketin iyi niyetli olduğunu düşünmek çok da mümkün değil. Çünkü erkek bunu da en başta kadını aşağıda görerek yapıyor.
Hareketi olumlu görmeye çalışsak bile atılan adımlar yetersizdir. Hukuk bir yandan kadını pozitif ayrımcılıkla koruyacağım derken diğer yandan bazı kurumlarıyla kadını adeta hiçe saymaktadır. Misal, haksız tahrik kurumu. Bu kurumun kanundaki tanımı, erkek ve kadın yapıları ve her iki cinsin ayrı sosyal tepkileri göz önünde bulundurularak yapılmadığı gibi uygulamada da hep bir tarafın lehine işler. Örnek vermek gerekirse birçok kadın cinayetinde, karısını öldüren erkek savunmasında karısı tarafından kendisine hakaret edildiğini ya da aldatıldığını öğrendiğini vs. öne sürerek o an ağır tahrik altında olduğu gerekçesiyle haksız tahrik indiriminden yararlanır. Ancak yıllar boyunca kocasından dayak yiyen, aldatılan, hakarete uğrayan bir kadın bir gün ortada hiçbir sebep yokken(!) kocasını öldürdüğünde bu kurumdan yararlanamaz. Çünkü eril hukuk sistemimiz bu sosyal davranışa yabancıdır, erkek üzerinden yapılmış tanımlara göre hareket eder.
Yapılması gereken nedir? Kadınların, hukuk sistemine sonradan yapılan yamalarla pozitif ayrımcılığa tabii tutulması değil, düzenin tümden değiştirilmesi, eşitsiz durumu meşrulaştıran yasaların yok edilmesidir. Kadınların haklarının peşinde sonuna kadar mücadele etmesi, kendi haklarını ona bir erkeğin bahşetmesini beklememesidir. Eşitlikçi yasaların kadınlar ve erkekler tarafından birlikte, eşit temsille yapılmasıdır. En önemlisi de önce ailelerin kız ve erkek çocuklarına aynı hakları tanıması, aynı yükümlülükleri vermesidir.
Tüm bunlar yapıldığında geriye yalnızca her iki cinsi de birbiriyle kıyaslanamayacak kadar özel kılan yaradılıştan getirdiğimiz güzelliklerimiz kalır.
Neslihan Varol / Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi